Türkiye’de Lubunya Mücadelesi, Mekân ve Devletin Aile Kıskacı

 Türkiye’de Lubunya Mücadelesi, Mekân ve Devletin Aile Kıskacı

Coğrafyamızda LGBTİ+ların mücadelesi yalnızca hak kazanımı mücadelesi değildir. Aynı zamanda “yaşamda kalma”nın ötesine geçerek, yaşamda ısrarın kendisi haline gelmiştir.

16 Temmuz 2025

Coğrafyamızda LGBTİ+ların mücadelesi yalnızca hak kazanımı mücadelesi değildir. Aynı zamanda “yaşamda kalma”nın ötesine geçerek, yaşamda ısrarın kendisi haline gelmiştir. Devletin, nefretle şekillenmiş yapısı, lubunyaların kamusal alanda var olmasına tahammül etmemekte; onları bastırmak, görünmez kılmak ve kazanılmış tüm alanları “aile”ye geri devretmek istemektedir.
Bu tahakküm biçimini anlayabilmek için Türkiye’de kuir hareketin tarihine, geçirdiği dönüşümlere, parçalanmalarına, direniş biçimlerine ve “sokağın kimliği”ne odaklanmak gerekir. Çünkü lubunya mücadelesi ne sadece Batı’daki örneklerle açıklanabilir ne de sadece tekil figürlerle… Ama bu topraklarda direniş hep “çentikler” üzerinden ilerlemiştir.

Türkiye’de Kuir Hareketin özgün tarihsel seyri
LGBTİ+ hareketi küresel ölçekte genellikle 1969’daki Stonewall Direnişi ile başlatılır. Ancak coğrafyamızda tarih, Batı’daki gibi topyekûn isyanlardan değil, parçalı ve yerel direnişlerden doğmuştur. Türkiye ve T.Kürdistanı’nda lubunya tarihi figürlerin, kolektiflerin ve küçük isyanların biriktirdiği kırıntılardan oluşur.
1987-Dayağa Karşı Kadın Dayanışma Yürüyüşü: Bu eyleme katılan trans kadınlar, feminist hareketin heteronormatif sınırlarını aşarak kendi seslerini sokakta duyurdu ve “biz travestiler de dayağa karşıyız” dedi. Bu yalnızca feminist tarihin değil, lubunya mücadelesinin de milatlarından biridir. Yine aynı yıl “travestiler” ve “geyler” çeşitli yapılarda örgütlenerek artan polis şiddetine karşı açlık grevine girdi.
1994-Kaos GL’nin Kuruluşu: Ankara’da kurulan Kaos GL, bir 1 Mayıs alanında “Kaos: Eşcinsellerin Sesi” sloganıyla görünürlüğü kamusal bir politikaya dönüştürdü. Kendi yayınını yapan, yeraltı baskılarla dergiler çıkaran Kaos GL, ilerleyen süreçte Türkiye’nin ilk resmi LGBTİ+ derneklerinden biri oldu. Hem “sokak”ta hem de “yasallık”ta yer alma anlamına geliyordu.
2006-Eryaman ve Esat Direnişleri: Ankara’nın bu iki semtinde trans kadınlara yönelik organize linç saldırıları gerçekleşti. Eryaman direnişi, lubunyaların sadece hayatta kalmak için değil, yaşadıkları mahalleleri savunmak için de örgütlenmeye başladıkları bir döneme işaret eder. “Gettolardan kente” geçiş talebinin yükseldiği bir dönemdir bu.

Gezi İsyanı: Lubunya varlığının yatay sıçraması
2013 Gezi İsyanı, sadece politik bir başkaldırı değil, bir kuir dönüşüm momentidir. LGBTİ+lar Gezi Parkı’nda kendi forumlarını kurmuş, lubunca konuşmuş, lubunca direnmiş ve binlerce kişinin olduğu alanda lubunya varlığı doğrudan teşhir olmuştur.
Onur Yürüyüşü, Gezi’nin ardından 2014 yılında rekor katılımla gerçekleştirilmiştir: On binlerce kişinin katıldığı bu yürüyüş, Türkiye tarihinde eşine az rastlanır bir lubunya görünürlüğü yarattı. Bu yürüyüş, sadece İstanbul için değil, dünyada da dikkat çeken bir politik etki yarattı.
Ama bu görünürlük, aynı zamanda hedef haline gelmekti. 2015’ten itibaren yürüyüş yasaklandı. Her yıl 1 Mayıs gibi, Onur Yürüyüşü de polis ablukasına uğradı. Cop, gözaltı, cinsel taciz…

Daralan sokaklar LGBTİ+ kimliğine yöneldi. Devletin nefret dili bu dönemden sonra net biçimde şekillendi: “Aileyi korumak”, “çocukları korumak”, “kutsal aile” gibi kodlarla kuir kimlik kriminalize edildi.
Devletin kuir politikaya karşı aldığı pozisyon, sadece baskı mekanizmalarıyla değil, ideolojik hegemonya araçlarıyla da sürdürülmektedir. AKP iktidarı, “aile yılı”, “yerli ve milli değerler”, “çocuklara karşı sorumluluk” gibi kavramlarla LGBTİ+ları hedef haline getirirken; bunu toplumsal makuliyet içinde meşrulaştırdı.
Lubunya kimliği tehdit olarak kodlandı. Aile ise devletin koruması gereken kutsal bir yapı olarak sunuldu. Bu ideolojik yönelim, sadece yürüyüş yasaklarında değil; müfredatta, medya söyleminde, desteklerin kesilmesinde, sosyal medya yasaklarında da kendini gösterdi. Devlet artık lubunyalara yalnızca karşı değil, doğrudan düşman ve bu düşmanlık, hukuki, kültürel ve fiziksel bir kıskaca dönüşmüş durumda.

Yaşamda ısrar etmek: 23. İstanbul Onur Yürüyüşü
İktidar, muhalefet ve inanç grupları topyekûn bir savaş açmışken LGBTİ+lara her zaman olduğu gibi cevabı pride öncesinde çeşitli eylemselliklerle verdi. Tema belirlenme sürecinde gündemler değerlendirilip bir kez daha “en üstten ya da en alttan nasıl istiyorsak öyle ayol” diyen lubunyalar, “yaşamda ısrar” temasıyla biraraya geldi.

Ortaköy sokakları, Taksim, Osmanbey, Mecidiyeköy, Kadıköy… Kentin tamamı koca bir ablukaya alınmışken LGBTİ+lar ve müttefikleri ortak bir bilinçle, yani nefrete karşı el ele olmanın gücüyle sokağa çıkma iradesini göstermek istediler. Ancak daralan sokaklar zaten polis ablukasında olduğu için LGBTİ+lar dostlarıyla biraraya gelemedikleri gibi yürüyüşü de gerçekleştiremedi ve basın açıklaması okunarak dağılma kararı alındı. Sokaklarda, kafelerde ve parklarda otururken gözaltına alındı.

Polis planlı ve isteyerek gazetecileri ve avukatları da gözaltına aldı. Avukata ihtiyacı olanlar ve halihazırda avukat olanlarla, gazeteciler aynı araçta hem savunmaya, hem basına, hem de gösteri ve yürüyüşe isteyenler oldular.
Gözaltında devam eden onlarca hak ihlaline rağmen direnişi sürdüren lubunyalar doktor kontrolünden nezarethaneye kadar bu hak ihlallerine karşı direndiler. Nitekim 24 saati aşkın gözaltı sürecinin ardından üç tutuklama ile bir Onur Yürüyüşü daha sonlandı.

2025 İstanbul Onur Yürüyüşüne dair görüşler
Bu yıl yürüyüşü örgütleyen İstanbul Onur Yürüyüşü Komitesi, lubunya hafızasını taşıyan, deneyimi olan ve yıllardır bu mücadeleyi omuzlayan yapılardan oluşuyordu. Yürüyüşün ardından, hareket içinden çeşitli eleştiriler de yükseldi. Bunlar, sadece bir komiteye değil; lubunya hareketinin bugün geldiği noktaya dair derinlikli bir yüzleşmeyi de işaret ediyordu.
Dışarıdan gelen sesler, karar alma süreçlerinde daha şeffaf, yatay ve kapsayıcı bir yöntemin tercih edilmemesini eleştirdi. Yürüyüşün ve yürüyüş öncesi yapılan hazırlıkların, etkinliklerin ve planlamanın çok sesli ve lubunyaların tamamını kapsayan bir şekilde yapılabileceğini öne sürdü. Ancak dışarıdan gelen sesler içeriye çok uzak bir yerden, yani komiteyi görmeyen ve komitenin hazırlıklarından haberdar olmayan LGBTİ+lar tarafından yapıldığı için karşılık bulamadı.
Buna rağmen her yıl konuşulan ve bir şekilde planlaması yapıl(a)mayan çok fazla yanlışın olduğu da dile getirildi. Yürüyüşün daha çoğulcu, herkesi dahil eden ve ardıllarını da beraberinde kendi içine katan bir yürüyüş organize edilmeme nedeni biraz da komitenin dışındaki görüş öneri ve katkıları alabilecek bir hat tutturamamasından kaynaklanıyordu.
Yürüyüşün temasının nasıl belirlendiği, çağrının ne zaman ve nasıl yapıldığı gibi meselelerde pek çok kişi, sürecin dışında bırakıldığını hissetti. Özellikle “yürüyememek mi, yürüyüşsüzlük mü?” sorusu bu yıl sıkça soruldu. Devletin baskısı yürüyüşün ruhsatsız gerçekleşmesine engel olmuş olabilir; ancak kimileri için bu, bir strateji eksikliği ya da çekingenlik olarak yorumlandı.

Bu tartışmalar, hareketin temel ilkelerinden biri olan “birlikte karar alma” pratiğinin ne kadar sürdürülüp sürdürülmediğini sorgulatır hale geldi. Ancak bu eleştiriler yapılırken yine baskıyı ve zor koşulları görmezden gelen, kişilerin veya öznelerin sürecin bir parçası olmak istememe hali de yine komitenin kurmuş olduğu duvarlardan farksız değildir. Sokakta direnen ve direnmeyi eleştiri minvalinde kuranlar sürekli olarak bir yığın engelle karşılaştığı gibi belki de son on yılın -baskı altında- en sönük Haziran ayı geride kalmış oldu.
Bazı çevreler, hareketin içindeki çoğulluğun bu yıl görünür kılınmadığını, belirli bir merkezin öne çıktığını savundu. Komitenin içinde yer alan öznelerin “Kürt mü?” yoksa başka bir halktan mı?” olduğu sorusundan tutalım, görünür olan özneleri sosyal medyada linç girişimleriyle, hedef göstermeye kadar uzandı.
Ancak tüm bu eleştiriler, lubunya hareketinin birlikte yol yürüme, farklılıklarla birlikte egemen sisteme karşı mücadele etme kapasitesini zenginleştirmeye katkı sunup sunmadığına göre değerlendirilmeli. Önemli olan lubunyaların örgütlü mücadelesini bir adım ileri taşımak olmalıdır. Bu anlamda yıkıcı, dağıtıcı ve kendini dahil etmeyen eleştirilerden uzak durmak gerekir.
Bu eleştiriler, bir dağılma çağrısı değil; daha kapsayıcı, daha şeffaf, daha kolektif bir lubunya siyaseti için yapılan çağrılar olmalıdır. Devletin baskısı sürerken, içeride nasıl örgütleneceğimiz sorusu hâlâ açık ve günceldir.

Her çentik, yeni bir başlangıçtır
Bütün bu baskı ve parçalanmaya rağmen lubunya varlığı sönmüyor. Her gün yeni bir kolektif kuruluyor. Yeni fanzinler basılıyor. Yeni drag sahneleri doğuyor. Üniversitelerde lubunya kulüpleri kurulmaktan alıkonulsa da, lubunyalar birbirine ses olmaktan vazgeçmiyor. Sokak, belki artık daha sessiz. Ama görünürlük başka biçimlere evriliyor. Ve unutulmaması gereken şey şu: her lubunya, varoluşuyla bir çentik atıyor tarihe. O çentikler büyüdükçe, bir gün yeniden birlikte sokakta olmak mümkün hale gelecek.