
Tarımdaki Söylem ve Gerçekler…
“Tarımsal üretimde kendine yeterlilik potansiyeli yüksek olan bir ülke nasıl olur da ithalata bağımlı hale gelir? Bu sorunun kökenine indiğimizde endüstriyel tarımla karşılaşırız.”
22 Ağustos 2025
Başta Tarım ve Orman Bakanı olmak üzere AKP’li siyasi iktidar erkleri tarımsal üretim faaliyetinde çiftçilerin, köylülerin yaşadığı sorunları yok saymak için sıklıkla, “Türkiye tarımsal üretim hasılasında Avrupa 1.’si dünyada ise ilk 10 içinde yer alıyor” retoriğini tekrarlar. Evet, Türkiye tarımsal üretim yapılan toprak büyüklüğü ve tarımsal istihdamdaki nüfusu bakımından ve gerekse de tarım-gıda üretimindeki ürün çeşitliliği renkliliğinde, deseninde dünyadaki önemli tarımsal üretim bölgelerinden biridir.
Sorun şu ki, Türkiye dünyanın en önemli ve aynı zamanda ilk tarımsal üretimin yapıldığı bölgelerden biri olmasına rağmen Anadolu/Mezopotamya köylülerinin binlerce yıllık tarihin imbiğinden damıttığı tarımsal bilgi, birikim hafızası doğrudan siyasi iktidar eliyle deforme edilmiş, ülke-tarımsal faaliyeti ithalata (ve uluslararası tarım-gıda tekellerine) bağımlı hale getirilmiştir.
Dünya Bankası’nın küresel tarımsal hasıla sıralamasına göre Türkiye, 2024 yılında 74 milyar dolar ile Çin, Hindistan, ABD, Endonezya, Brezilya ve Pakistan’ın ardından yedinci sıraya yükseldi. Buna karşılık ise Mayıs ayında tarım kesiminin bankalara olan kredi borcu 21 milyar lira artarak 1 trilyon 30 milyar liraya ulaştı. Nefes Gazetesi’nin haberine göre ise AKP son 20 yılda tarım ithalatına 140 milyar dolar, tarım desteklerine ise 69.4 milyar dolar verdi.
20 yılda ithalatına 140 milyar dolar ödenen ürünlerin birkaçına biraz yakından bakalım:
- Ayçiçeği (soya, kanola, tohumluk yağ) ithalatına 34 milyar dolar.
- Pamuk ithalatına 32 milyar dolar.
- Buğday ithalatına 25 milyar dolar.
- Canlı hayvan ithalatına 11.5 milyar dolar.
- Tütün ithalatına 10 milyar dolar.
- Mısır ithalatına 8 milyar dolar.
Çok da uzak olmayan bir tarihte yani IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü koordinasyonunda Türkiye tarımı endüstriyel kapitalist çok uluslu tarım-kimya gıda tekellerinin bir bütün kontrolüne bırakılmadan önce bu liste içindeki ayçiçeği (soya ve kanola yağlık tohumu) hariç tüm ürünlerde kendine yeterli durumdaydı. Hatta bu liste içinde ithalatı yapılan ürünlerde üretim fazlası veren ihracatçı bir ülke idi.
Ayçiçeği:
İçerdiği yağ, protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminleri nedeniyle insan ve hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip yağlı tohumlar aynı zamanda sanayi içinde önemli bir hammadde kaynağı oluşturmaktadır. Yağlı tohumları içeriğinde bulunan yağın alınması sonucu geriye kalan küspe, ham protein oranı bakımından oldukça yüksek değere sahip olduğu için hayvan beslenmesi bakımından çok önemlidir. Ayrıca bitkisel kökenli yağların biyodizel üretiminde ve sanayide hammadde olarak kullanılması dikkate alındığında, yağlı tohum bitkilerinin üretiminin önemi daha da artmaktadır.
Yağlı tohumlar insan ve hayvan besin maddesi olması bakımından oldukça önemli bir yerde olduğu kadar sanayi hammaddesi olması bakımından da üretimi değerli stratejik ürünler içerisinde yer alır. Fakat Türkiye, bitkisel yağ sanayi, hammadde bakımından yüzde 70 düzeyinde ithalata bağımlıdır. Bununla birlikte, ülkemiz tüm yağlık tohumları kolaylıkla yetişebileceği iklim ve toprak yapısına sahip olmasına rağmen yağlık tohumlar da ithalata bağımlıdır. Bu bağımlılık hali zorunluluk değil tercihtir. Bu tercih siyasi iktidarların kapitalist endüstriyel tarım-gıda tekellerinin kasasını dolar ile doldurma tercihidir.
Ülke nüfusu yıldan yıla artarken ve buna bağlı artan tüketim ihtiyacının karşılanmasına yönelik yağlık tohumları üretiminin geliştirilmesine yönelik hiçbir faaliyet yapılmamıştır. Sadece Trakya bölgesinde kuru tarım yerine altyapı kurulup sulu tarım yapılsa ithalat sorunu ciddi oranda çözülecekken AKP tarımsal altyapının geliştirilmesine ilişkin bir şey yapmadığı gibi bu yıl kuraklık nedeniyle ayçiçeği üretiminin hatırı sayılır düzeyde azalacak olmasına yönelik de bir şey yapmıyor.
2002 yılında AKP iktidara geldiğinde ayçiçeği tohum ithalatı 130 bin ton iken 18 Temmuz 2025 tarihli Resmi Gazete ilanına göre 1 milyon ton ayçiçeği tohumu sıfır gümrük vergisiyle, 400 bin ton ham ayçiçeği yağı ise yüzde 20 gümrük vergisiyle ithal edilecek. Ayçiçeği tohumu ve ham ayçiçeği yağının yıllardır savaşta olan Ukrayna’dan ithal ediliyor olması da ayrıca dikkat çekici bir noktadır.
Pamuk:
Pamuk tarımsal bir ürün olmakla birlikte doğrudan önemli bir sanayi hammadde kaynağıdır. Pamuk, işlenmesi açısından çırçır sanayinin, lifi ile tekstil sanayinin, çekirdeği ile yağ ve yem sanayinin, linteri ile de kağıt sanayinin hammaddesidir. Ayrıca çekirdeğinden elde edilen yağı giderek artan miktarda biyodizel üretiminde hammadde olarak kullanılmaktadır.
Türkiye dünyada en çok pamuk tüketen ilk beş ülke içinde yer almasına karşın dünya lifli pamuk üretiminde yüzde 3’lük payla çok geridedir. 2000’ler sonrası Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalarla devletin tarımsal kooperatif birliklerine desteği sonlandırması pamuk üreticisi kooperatif birliklerinin piyasa üzerindeki etkisini kırmış ve 1980 sonrası uygulamaya konulan neo-liberal politikalarla zor durumda kalan küçük aile üreticileri üretim maliyetiyle başa çıkamaz olmuş ve tüccarın inisiyatifine terkedilmişlerdir. 2002 yılında 721 bin hektarlık alanda pamuk ekimi yapılırken gelinen aşamada ekim alanı büyüklüğü 500 bin hektarın altına düşmüştür. 2000’li yılların başında pamuk üreten kayıtlı çiftçi sayısı 120 bin iken bu sayı 50 binin altına düşmüştür. 2002’de pamuk ithalatına ödenen para 500 milyon doların altındayken 2010’dan sonra 1.5-2 milyar dolar bandına çıkmıştır. Pamuk ithalatının yüzde 40 civarı ABD’den yapılıyor.
Anadolu-Mezopotamya topraklarında yüzlerce yıldır üretimi yapılan pamukta 1980 sonrası uygulamaya konulan neo-liberal tarım politikaları nedeniyle köylü/küçük aile üreticileri tarımdan uzaklaştıkça ithalata bağımlı olunmuştur.
Dünyanın en büyük pamuk üreticisi Çin, ABD, Pakistan, Avustralya gibi ülkeler genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO’lu) tohum ile pamuk üretiyor. Dünya pamuk ekim alanlarının yaklaşık yüzde 75’inde GDO’lu tohumla üretim yapılıyor. Türkiye’nin ithal ettiği pamuk GDO’lu pamuk yetiştirilen ülkelerden geliyor. (Yunanistan hariç, Yunanistan’da GDO’lu üretim yasak.) Türkiye’de GDO’lu üretim yasak olsa da ithal edilen pamuk GDO’lu olduğundan pamuk ithalatı aynı zamanda halk sağlığı açısından da risk oluşturuyor. Bu durum soya ithalatı için de geçerlidir. Dünyadaki soya ekim alanlarının yüzde 95’i GDO’lu üretimdir. Mısır üretimi-ithalatı- açısından da benzer bir durum vardır.
Buğday:
Buğdayın anayurdu Anadolu-Mezopotamya topraklarıdır. Buğday tüm dünyada temel gıda-besin grubu içinde yer alması kaynaklı stratejik tarımsal ürün olarak kabul edilir. Ve yoksul emekçi halkın en fazla tükettiği şeydir. Dünyada ilk buğday tarımı 12 bin yıl önce Anadolu-Mezopotamya (Diyarbakır/Amed Karacadağ’da) yapılmıştır. Buğdayın gen merkezi Anadolu’dur. Buğday tarımı dünyaya Anadolu-Mezopotamya’nın bereketli topraklarından yayılmıştır. Bu topraklar için buğday tarımın başlangıcıdır…
Türkiye’de buğday ekim alanlarının genişleyip üretiminin artması 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası kapitalist-emperyalist sermaye birikim rejiminin Türkiye’ye biçtiği “Avrupa’nın tahıl ambarı” olma görevi ardından başlamıştır. Türk hakim sınıfları başta Avrupalı kapitalistlerin gıda tedarikçisi olarak işbirliğiyle tarımsal yapıyı şekillendirmiştir. Bu doğrultuda “hububat ekim alanlarındaki en belirgin artış 1950-1960 döneminde olmuştur. Bu artış Marshall Planı çerçevesinde 1949’dan sonra tarımda traktör sayısının hızla artmasına bağlı olarak mera alanlarının sürülmesiyle sağlanmıştır. Üretiminde 1950’li yıllardaki artışlar ekim alanlarının genişlemesinden, 1970’lerden sonraki artışlar ise verimdeki yükselişten kaynaklı yaşanmıştır. Hububat üretimi genel olarak kuru tarım şeklinde yapıldığından ürün verimliliği iklim koşullarına (doğrudan) bağlı olarak yıllara göre artış ve azalış gösterir. Gerek AKP dönemi olsun gerekse de ondan önceki siyasi iktidarlar olsun bu soruna çözüm üretecek politikalar oluşturulmamış, üretim verimliliği Allah’a havale edilmiştir.
BM, FAO’nun son verilerine göre dünyada dekara 340 kg olan ortalama buğday verimi Türkiye’de 270 kg civarıdır.
Türkiye’de üretim 1988’de 20.5 milyon ton olmuştur. Ülke nüfusu 50 milyon iken üretim 20 milyon seviyelerine çıkmış, aradan geçen 40 yılda nüfus 86 milyona yükselirken üretim 20 milyon sınırına sıkışmıştır. 2025 üretim sezonunun kurak geçmesinden kaynaklı, ABD Tarım Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu rapora göre bu yıl buğday rekoltesini 16.3 milyon tona düşeceği tahmin ediliyor.
Özellikle son dönemde yıllık ithalat 10 milyon tonu aşmakta ve sadece 2023 yılında endüstriyel tarım tekellerine 3.5 milyar dolar ödenmiştir. AKP aynı yıl buğdayın tonunu çiftçiden 8.250 liradan alırken ithal ettiği buğdayın tonuna ise 9.900 lira ödenmiştir. Bu ithalat tarzı AKP’nin tarım politikasının özeti niteliğindedir. Bu yıl ise çiftçiye buğdayın maliyeti (gübre, mazot, tohum, ilaç, su, traktör, tarla kirası, işçi ücreti vs.) kiloda 16 ile 18 lira arası değişirken TMO alım fiyatı olarak 13.50 lira açıkladı, küçük aile üreticilerini bir kez daha şirketlerin, tüccarın önüne atmış oldular.
Bu şekilde tarım birkaç emperyalist ve komprador kapitalist şirketin elinde borsada işlem gören emtia metası haline geliyor.
Tütün:
Anadolu topraklarında yaklaşık 500 yıllık tarım tarihi olan Türk tipi olarak da bilinen şark oriental tütün tarımı emperyalistlerin teşvikiyle 23 yılda bitme noktasına getirildi. 2002 sonrası, yani AKP ile birlikte tütün üreticisi köylülerin/küçük aile üreticilerinin yaşadığı yıkım bir nevi Türkiye’de tarımın kapitalist tarım tekellerine nasıl yamatıldığının özeti niteliğindedir. Tütün Eksperleri Derneği 2023 yılı Tütün ve Tütün Mamulleri Sektörü Raporu’na göre, 2002 ürün yılında 400 bin olan üretici sayısı bugün 40 bin üreticiye kadar gerilemiş durumda. Aynı şekilde 2002 yılında 160 milyon kilogram olan üretim miktarı yaklaşık 45 milyon kilograma kadar inmiş durumda…. TÜİK’in 2021 yılına ait Yabancı Kontrollü Girişim İstatistikleri verilerine dayanarak, Türkiye’de Tütün Mamulleri Sanayi’nin yaklaşık yüzde 91.8’inin yabancı şirketlerin kontrolünde olduğunu; yani Türkiye’de yabancı kontrolünün en yüksek olduğu imalat sektörü tütün mamulleri sanayi olduğunun altı çiziliyor.
Tütün mamulleri sanayinin neredeyse bir bütün yabancı sigara şirketlerinin kontrolüne geçmesinden sonra Türkiye’de üretilen sigara harmanının içerisinde kullanılan şark-orintal tip tütün miktarı yıldan yıla azalmıştır. Halbuki yerli tütünü ABD (Burley) ve İngiliz (Virrginia) tütününden ayıran en belirgin özelliği birinci kalite, yumuşak oluşudur. Yerli tip tütünü Osmanlı’dan bu yana kapitalist sigara tekellerinin kontrol altına alma uğraşı dünyadaki en kaliteli tütün olma özelliğindendir. 1990’da TEKEL’in sigara üretiminde kullandığı yerli tütün miktarı 70 bin ton iken 2003 yılında 46 bin tona düştü. 2017 yılı itibariyle Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin kullandıkları toplam 110 bin ton tütünün yalnızca 13 bin tonu yerli tütünler oluşturuyor.
TEKEL’in özelleştirilip kapatılışı sonrası tütün üreticisi hane sayısı ve ekim alanı büyüklüğünde dramatik bir düşüş yaşanmıştır. Bunun yanısıra sözleşmeli tarımla çiftçiler, köylüler yerli ve yabancı şirketlerin ve de büyük tüccarların (adeta) taşeron işçileri haline getirilmiştir.
Yapısal dönüşümün önemli sacayaklarından biri olan sözleşmeli tarımsal üretim Türkiye kırsalında en kapsamlı şekilde tütünde hayata geçirilmiş ve çıkartılan yasalarla sözleşmeli tarım dışında kalan köylülerin tütün ekimi engellenmiş, “izinsiz” ekim-satım yapan köylülere kaçakçı muamelesi yapılmıştır. Hatta birkaç yıl önce tütün üreticileri kendilerini kaçakçı durumuna düşüren bu yasayı protesto ederken kimi yerlerde köylüler tutuklanmıştı.
Sözleşmeli tütün üretimde diğer tarımsal üretimlerde olduğu gibi sözleşmeler tek taraflı, şirket çıkarlarını önceleyen biçimde yapılıyor. Türkiye’nin birçok bölgesinde tütün üreticileri yapılan sözleşmeleri okumadan (okutturulmadan) imzalamak zorunda kalıyor. Sözleşmelerde şirketlerin köylüden tütünü kaç paraya alacağı bölümü boş bırakılıyor! 2002’de 400 bin tütün üreticisi hanesi varken bunun yüzde 90 azalarak 40 bin civarına düşmesi üretimden kopuşun boyutunu gösteriyor. Üretimin olmadığı yerde ithalat artıyor, ithalat arttıkça da üretim düşüyor.
Komprador burjuvazinin 1980 sonrası 24 Ocak ekonomi kararlarıyla hayata geçirmeye başladığı ithalat politikası yerli üretimin kendine yeterliliği karşılayamaması kaynaklı değildir. Üretim düşük olduğunda, ihtiyacı karşılayacak yeterlilik sağlanmadığında veya bir ürünün iklim ve toprak yapısı nedeniyle yetişmemesi gibi değişkenler dolayısıyla ithalat kimi hallerde piyasa regülasyonu, arz-talep dengesini sübvansiye etmek, spekülatif dalgalanmaları önlemek vb. nedenlerle kendini dayatabilir. Bizde ise ithalat kendine yeterlilik zincirini kırmak ve köylü tarzı küçük aile üreticiliğinin temelde kendisi için yapmış olduğu üretimi pazara yönelik şekillenmesi ve uluslararası ve komprador şirketlerin talepleri temelinde komprador kapitalist yapının dönüştürülmesine yönelik doğrudan kapitalist emperyalist sermaye birikim rejiminin küresel yönelimi ekseninde hayat buluyor.
Tarımsal üretimde kendine yeterlilik potansiyeli yüksek olan bir ülke nasıl olur da ithalata bağımlı hale gelir? Bu sorunun kökenine indiğimizde endüstriyel tarımla karşılaşırız. Endüstriyel tarım uluslararası işbölümünü yöneten, örgütleyen küresel bir düzeni tanımlar. Endüstriyel tarım bunun için tüm ülkelere dayatılan bir tarımsal örgütlenme biçimidir. Bu tarımsal örgütlenme biçiminde Trakya kadar toprak büyüklüğüne sahip Hollanda, Türkiye’nin üstünde bir tarımsal ihracat kapasitesine ulaşabiliyor. Tek tek ürün kalemleri ve ithalatçı-ihracatçı ülkeler tarımsal küresel işbölümü içinde neredeyse bir bir belirlenir. Ayçiçeği, pamuk, buğday, tütün üretim kapasitesi ve eski-yeni ölçüler esas olarak bu ilişkinin, endüstriyel tarım bağımlılığının sonucudur ve elbette bunlar genel ekonomik siyasi bağımlılıkla ilgilidir. Tarımsal hasılanın ülke ekonomi Gayri Safi Milli Hasıla oranı içindeki payına bakıldığında bu noktada siyasi iktidarın doğru bilgiler aktarmadığı gün yüzüne çıkacaktır; hem bu noktada hem de tarımsal hasılanın çok büyük kısmının şirketler, aracı, komisyoncu acenteler ve kamunun eline geçtiği üreticilerin yüksek yoksulluk içinde debelenmek zorunda bırakıldığı noktasında endüstriyel tarım piyasası içinde kazanan her zaman kapitalist şirketlerdir, kaybeden her zaman küçük üreticilerdir ve tarım emekçileridir. Endüstriyel tarım rejiminin dayattığı işbölümü esaslarına göre şekillenen ithalat-ihracat politikaları sadece bu sonuçları üretir, aksi görülmemiştir, mümkün değildir. Türkiye kırsalında tüm küçük aile üreticileri kendi emeklerine sahip çıkmak için birleşik mücadeleye yönelmelidir, bu şekilde devam edilmesi kendi toprağında emperyalizme “gönüllü kölelik” yapmaktan farksız olacaktır.