
“İsyan Etmek Meşrudur!”
Uluslararası alanda bir başka önemli gelişme emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülkelerde birbiri ardına halk isyanlarının yaşanması, kitlelerin kendilerine dayatılan yaşam ve çalışma koşullarına, yolsuzluğa, hırsızlığa karşı tepki göstermesidir.
24 Eylül 2025
Emperyalist kamplar arasında giderek sertleşen çelişkilerin doğrudan sonucu olarak ortaya çıkan saflaşmaların tahkim edilmesinin son adımlarından biri, ABD Başkanı D.Trump’ın İngiltere ziyareti oldu.
Trump’ın İngiltere ziyaretinde, her ne kadar şatafatlı protokol görüntüleri ön plana çıkarılsa da, iki emperyalist gücün, yeni bir emperyalist paylaşım savaşının “baş kışkırtıcıları” olarak verdikleri mesajlar önemliydi.
ABD ve İngiliz emperyalizminin uzunca bir süredir rakip emperyalist kamp Çin ve Rusya emperyalizmine karşı hazırlandıkları bilinmekle birlikte, bu ziyaret aynı zamanda, aynı emperyalist kampta yer alan AB emperyalistlerine de bir mesaj niteliği taşıyordu.
İngiltere ve ABD buluşmasının somut ürünü olarak “Teknoloji Refah Anlaşması” yapıldığı açıklanmış olmakla birlikte, bu ziyaret aynı zamanda ABD-İngiltere-AB emperyalist ittifakının, Çin-Rusya emperyalist ittifakına karşı, iç çelişkilerini göstermesi açısından anlamlıydı.
Trump’ın İngiltere Başbakanı Keir Starmer ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin için “Beni hayal kırıklığına uğrattı” açıklaması yaptı ve ardından da verdiği bir röportajda, Rusya’dan en çok petrol ithal eden ülkenin Çin olduğunu belirterek Avrupa ülkelerine “Çin ve Rusya’ya ekonomik baskı uygulayın” çağrısını yaptı ve Avrupa’nın “Çin’e yaptırım ya da tarife uygulaması” halinde “savaşın belki bitebileceğini” ifade etti.
Avrupa ülkelerine Rusya’dan petrol almayı bırakmaları çağrısını da yineleyen Trump “Kazanmak istiyorsan Rusya’dan petrol almayı bırakmalısın” ifadelerini kullanmaktadır. (19 Eylül)
Rusya’dan petrol ve doğalgaz ithal eden ve bu anlamıyla enerji alanında Türkiye’nin de Rusya’ya bağımlı olduğu gerçeği bir yana, Trump’ın bu açıklamaları ABD’nin “müttefiki” AB emperyalistlerine yönelik yeni bir “ayar verme” açıklaması olarak yorumlanabilir.
Hatırlanırsa Trump daha önceden, AB emperyalistlerine yönelik olarak NATO üyeliği ve aidatları konusunda da benzer açıklamalarda bulunmuş ve “dostum Putin” dediği Rusya lideriyle “Alaska Zirvesi”nde anlaşma yapmak için adım atarken, AB emperyalistlerini Rusya’yla “yalnız başına” bırakma resti çekmişti.
Bütün bu gelişmeler, “Atlantik İttifakı” da denilen ABD-İngiltere ve AB emperyalistleri içinde ABD ve İngiltere ittifakının, AB emperyalizminin esas güçlerini oluşturan Almanya ve Fransa karşısında daha sıkı bir ilişki geliştirdikleri ve yeni bir emperyalist paylaşım savaşı hazırlıklarında ABD ve İngiltere’nin “öne çıktığını” göstermektedir.
Elbette ki batı emperyalizmi halen Rusya’nın Ukrayna işgali karşısında, NATO aracılılığıyla desteklemeye ve savaşa müdahil olmaya devam etmektedir.
Ve Ukrayna savaşı bir “vekalet savaşı” olarak halen emperyalist kamplar arasında yeni bir emperyalist paylaşım savaşının tetikleyicisi olma tehlikesini içinde barındırmaya devam etmektedir.
Nitekim son haftalarda Rusya’ya ait insansız hava araçlarının, Polonya ve Romanya’dan sonra Estonya hava sahasına girmesi ve kısa bir süre içinde Avrupa Birliği hava sahasının üçüncü kez ihlali beraberinde emperyalistler arasındaki gerilimi daha da artırmış görünmektedir.
Bu gelişmeler karşısında Batı emperyalizmin askeri örgütü olan NATO Sözcüsü Allison Hart, X hesabından yaptığı açıklamada,
Estonya hava sahasının izlenmesinde görev alan NATO uçaklarının “düşman” uçaklarını “derhal” durdurduğunu ifade etmekte ve “(Bu olay) Rusya’nın pervasızca davranışları ve NATO’nun bunlara tepki verme yeteneğinin bir başka örneği oldu” ifadelerini kullanmaktadır. (20 Eylül)
Rakip emperyalist kamplar, Ukrayna savaşı üzerinden birbirlerini yıpratmayı sürdürürken aynı zamanda hem savaşı uzatarak hem de bu savaşın sonuçları üzerinden gerginliği sürekli tutarak kitleleri savaşa hazırlamaya devam etmektedir.
Nitekim ABD-İngiltere buluşmasında yapılan “iki devletin özgürlük ve demokrasiyi savunmak için nesillerdir birlikte savaştığını vurgulanması ve dahası günümüzde Ukrayna’da ve Orta Doğu’da saldırganlığın yeniden canlandığı bir ortamda, iki ülkenin ortak sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği” vb. açıklamaları dikkate alındığında, her iki emperyalist gerici gücün “özgürlük ve demokrasi” söylemleri adı altında yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlandıkları anlaşılmaktadır.
Emperyalist gericilik için “özgürlük ve demokrasi”, kendi temsil ettikleri sermayenin hakimiyetinde bir pazar özgürlüğüdür. Demokrasi ise kendi sömürü, yağma ve talan politikalarının sorusuz bir şekilde sürdürülmesi rejimidir.
Emperyalist gericiliğin “özgürlük ve demokrasi” bahsini ettiği yerde uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halklar açısından daha fazla sömürü, savaş, katliam, baskı ve zorla yerinden edilme vardır.
Bu gerçeklik toplumların tarihsel pratik tecrübesinde defalarca kanıtlanmıştır.
Nitekim başta ABD olmak üzere batı emperyalizminin sınırsız desteğini arkasına alan siyonist İsrail devleti, Filistin halkına yönelik soykırım saldırısını, Gazze Şeridi’ni tümden işgal edip, ilhak edecek kara operasyonunu başlatmasıyla sürdürmektedir.
Siyonist İsrail’in bölgesel saldırganlığına tam destek veren emperyalist gericiliğe karşı ise işçi sınıfı ve dünya halkları Filistin halkıyla dayanışmalarını sürdürüyorlar.
Bu bağlamda dünya halklarının Filistin halkıyla dayanışmasının son örneği olarak, 44 ülkeden katılımcıların oluşturduğu Küresel Sumud Filosu, siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukasını kırmak ve insani yardım ulaştırmak amacıyla hareket halindedir.
Nepal gençliğinin isyanı meşrudur!
Emperyalist gericiliğin giderek artan saldırganlığının arkasında kapitalist sistemin ekonomik krizinin süreklileşmesi de belirleyicidir.
Gerek emperyalist kapitalist merkezlerde ve gerekse de emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülkelerde yaşanan kitle eylemleri ve halk isyanları; kapitalist sistemin kitlelere dayattığı yaşam ve çalışma koşullarına tepki olarak ortaya çıkmaktadır.
Kapitalist merkezlerde kitlesel olarak gerçekleştirilen Filistin dayanışma eylemlerinin yanısıra, son örneğini Fransa’da da gördüğümüz üzere burjuvazinin “kemer sıkma” politikalarına karşı ülke çapında grev ve protestoların gerçekleştirilmesinde de yaşanmıştır.
Fransa’da sekiz büyük sendika federasyonu greve gitmesinin yanında yüz binlerce insanın sokaklara çıkması ve burjuva hükümeti protesto etmesi, kapitalist merkezlerde kitlelerin hareketi ve sınıf mücadeleleri açısından önemlidir.
Uluslararası alanda bir başka önemli gelişme emperyalizme bağımlı yarı sömürge ülkelerde birbiri ardına halk isyanlarının yaşanması, kitlelerin kendilerine dayatılan yaşam ve çalışma koşullarına, yolsuzluğa, hırsızlığa karşı tepki göstermesidir.
Sri Lanka’da başlayan, Bangladeş’te devam eden halk isyanlarının sonuncusu Nepal’de gerçekleşmiştir.
Nepal’de “Gen-Z kuşağı” olarak tanımlanan gençlik kitleleri, hükümetin “sosyal medya” yasağı ve yolsuzluklarına karşı sokağa çıkmış, kolluk güçlerinin saldırısı sonucunda onlarca genç katledilmiştir.
Bu katliam beraberinde gençlik kitlelerinin Nepal parlamentosu da dahil olmak üzere, başbakan ve bakanların evlerinin ateşe verilmesine neden olmuştur.
Nepal başbakanı da dahil, bakanlar ülkeden kaçmış ve hükümet düşmüştür.
Nepal’in uluslararası komünist hareket açısından önemi ise Hindistan ve Çin arasında yer alan bu ülkede, MLM’lerin önderliğinde 13 Şubat 1996 tarihinde başlatılan Halk Savaşı’nın, halk hareketiyle birleşerek, Nepal monarşisini devirmesi 28 Mayıs 2008’de Nepal’i laik federal demokratik bir cumhuriyet ilan etmesidir.
Ne var ki, devrime önderlik edenler devrimi devam ettirmek yerine, neo revizyonist tezler savunmaya başlamış ve parlamentarizm batağına saplanarak devrime ihanet ermişlerdir.
Bu objektif gerçeklik nedeniyle Nepal devrimi ciddi bir gerileme yaşamıştır.
Nepal’de gençlik kitlelerinin isyanı, Halk Savaşına ve kitle hareketine önderlik ederek kralı devirenlerin reformcu bir yola girmesiyle başlayan yozlaşması ve halka ihanetinin bugünkü sonucudur.
Başta gençlik olmak üzere Nepal halkının mevcut düzene isyan etmesinin ardında, işsizlik, yoksulluk, derin bir eşitsizlik ve en çok da büyük bir hayal kırıklığı bulunmaktadır.
Nepal’deki “Gen Z Hareketi”nin emperyalist, bölgesel ve yerel gerici güçlerce yönlendirilmesi ya da ele geçirilmesi bu somut gerçeği değiştirmemektedir. Nepal gençliğinin isyanı haklıdır ve meşrudur.
Geleneksel kendini pazarlama siyaseti!
Uluslararası alanda bu gelişmeler yaşanırken ülkemizde Türk hakim sınıfları bir yandan emperyalist kamplar arasında yaşanan çelişkilerden ve saflaşmalardan kendi çıkarları içi pay çıkarmaya diğer yandan ise kendi aralarında hem iktidar saflarında hem de burjuva muhalefetle iktidar mücadelesini tüm hızıyla sürdürmektedirler.
Hem iktidar hem de burjuva muhalefet cephesinde yaşananlar, halk kitlelerin içinde bulundukları işsizlik, yoksulluk, pahalılık başta olmak üzere bir dizi önemli sorunu gizlemeye hizmet etmektedir.
Burjuva muhalefetin, AKP-MHP faşist iktidarın uygulamalarına ve halkın içinde bulunduğu koşullara itirazı, halkın sorunlarına cevap olmak ve çözmek amaçlı değil üzerindeki iktidar baskısını geriletmeye yöneliktir.
Nitekim burjuva muhalefet “çare” olarak, periyodik mitingler yapmayı sürdürmekte ve halk kitlelerine “çözüm” olarak yine ve yeniden sandığı göstermektedir.
AKP-MHP iktidarının içinde bulunduğu sıkışmışlık hali son bir haftada yaşanan kimi gelişmelerden de rahatlıkla anlaşılabilir.
Son haftalarda AKP-MHP sözcüleri ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında yaşanan “ağız dalaşı” ve “karşılıklı restleşmeler” her iki taraf açısından da kitlelerin öfke ve tepkisini düşürmek, “ırkçı, şovenist ve Siyonist” propagandaya hizmet etmektedir.
TC devleti ile İsrail arasında yaşanan çelişkinin zemini Suriye’deki çıkar dalaşıdır.
İsrail ile TC’nin doğrudan savaşacağı iddiası, her iki gücün batı emperyalizmiyle derin ilişki ve bağları nedeniyle mümkün olmamakla birlikte, Suriye’de iki gerici gücün karşı karşıya geldiği bir gerçektir.
İsrail kendi güvenliği için Suriye’de merkezi ve güçlü bir selefi cihatçı devlet örgütlemesini önlemek istemektedir. TC ise Suriye iç savaşının başından beridir beslediği ve desteklediği selef cihatçı çete örgütlenmesi aracılığıyla bölgesel çıkarlarının gerçekleştirmek istemektedir.
TC, açısından bir diğer önemli olan hedef ise Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Bölgesel Yönetimi’nin tasfiye edilmesidir. TC, Suriye’de Kürt Ulusal Hareketi’nin herhangi bir statü elde etmesini kendi bekası adına bir tehdit olarak görmekte ve selefi cihatçı çete örgütlenmelerini “Özerk Yönetim”e saldırması için yönlendirmektedir.
Nitekim Suriye’de iktidar teslim edilen ve kendini devlet başkanı ilan eden Ahmed Şara, Demokratik Suriye Güçleri’ne yönelik “aralık ayına kadar entegrasyon süreci gerçekleşmezse, Türkiye’nin askeri anlamda harekete geçebileceğini” tehdidini savunmaktadır. (18 Eylül)
TC’nin Suriye’de izlediği bu politika içeride Kürt sorunu bağlamında geliştirilen “çözüm süreci”yle çelişkili gibi görünse de gerçekte meseleye yaklaşımı dikkate alındığında uyumludur.
TC devleti içerde ve dışarıda Kürt sorununu kendi bekası için bir tehdit olarak değerlendirmekte ve “terörün tasfiyesi”ni hedeflemektedir. Bu amacın askeri ya da diplomasi yoluyla olması meselenin özünü değiştirmemektedir. Ancak Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale emperyalistlerin iznine tabidir ve TC devleti bu icazeti alabilmek için başta ABD olmak üzere batı emperyalizmine “kendini ağırdan satarak” ve deyim yerindeyse “kendini pazarlamakta”dır.
İktidar ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli, “ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı Türkiye, Rusya ve Çin’den oluşan ‘TRÇ İttifakı’ kurulması gerektiğini” savunmaktadır. (19 Eylül) TC devletinin batı emperyalizmiyle ilişkileri düşünüldüğünde, yarı sömürge niteliği dikkate alındığında elbette bu “öneri” mümkün değildir.
Ancak böyle bir önerinin dillendirilmesi, başta ABD olmak üzere batı emperyalizmine yönelik, “tehdit ve şantaj” siyasetiyle sonuç alınmak istenmektedir. Her şeyleriyle emperyalist sermayeye bağımlı olanların, bağımsız olmadığı dahası bir tercihlerinin söz konusu olmadığı ve olamayacağı açıktır.
Emperyalist efendilerinden bir randevu almak için “kırk takla atanlar” için fazla iddialı olan bu açıklamaların burjuva siyasette bir karşılığı bulunmamaktadır.
Nitekim, AKP lideri Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın, ABD Başkanı D.Trump’ın oğluyla gizlice görüşmesinin ardından, milyar dolarlık yolcu uçağı alımı karşılığında ABD Başkanı’yla 25 Eylül’de görüşeceği açıklanmıştır.
Böyle bir görüşmenin uçak alımı karşılığında ayarlanabilmesi, emperyalistlerle Türk hakim sınıfları arasındaki ilişkinin niteliğine uygundur.
Halktan toplanan vergilerin emperyalist efendiye “rüşvet” olarak verilmesi ve karşılığında ise diplomatik bir başarı hikayesi yazılması hedeflenmektedir.
R.T.Erdoğan’ın “dostum” dediği Trump’la görüşmesinde, iç politikada başta burjuva muhalefete yönelik faşist baskılar olmak üzere, Suriye’ye bir askeri müdahale onayının alınması yönlü bir çaba içinde olunacağı kesindir.
Ancak bu iznin neyin karşılığında talep edileceği ise bilinmemektedir.
Ancak her fırsatta faturanın işçi sınıfı ve emekçi halka çıkarılacağı kesindir. Nitekim geçtiğimiz haftalarda açıklanan 2026-2028 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) bu politikaları açıkça ilan etmektedir.
Zaten işsizlik, yoksulluk, güvencesiz çalışma, hayat pahalılığı ve ağır vergi yükünün altında ezilen işçi sınıfı ve halka; esnek ve güvencesiz çalışmaya daha bütünlüklü bir yasal çerçeve kazandırma, kamusal harcamaları daha da sınırlandırma vaat edilmektedir.
Ayrıca OVP iktidarın son yıllardaki politikalarıyla uyumlu olarak çocuk işçi ve kadın emeğinin daha fazla sömürülmesinin önünü açma hedefi dikkat çekicidir.
İSİG Meclisi verilerine göre 2024-2025 eğitim öğretim yılında en az 72 çocuk işçi hayatını kaybettiği gerçeği ve kadınlara yönelik ağır sömürü koşulları orta yerde dururken, iktidar daha fazla katliam, sömürü, yoksulluk vaat etmektedir.
Koşulların ağırlığı ve daha da ağırlaşacak olması, geniş kitlelerde iktidara yönelik hoşnutsuzluğu ve tepkileri attıracaktır.
İşçi sınıfına ve emekçi halka yönelik daha fazla sömürü, açlık, yoksulluk, baskı, esnek çalışma ve sosyal hakların kısıtlanması vaat eden, Kürdü yok sayan, Aleviyi inkar eden, kadınları katleden, LGBTİ+lara yönelik saldırıların dozajını artıran, çevreyi ve doğayı talan eden ve hatta sokak hayvanlarını katledenlere karşı isyan etmek meşrudur ve dahası görevdir