Umuda ve kazanma iradesine yönelik bir işaret fişeği!

Uluslararası proletaryanın birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, gerek coğrafyamızda gerekse de dünyada kitlelerin öfkesinin büyüdüğü koşullarda kutlandı. 1 Mayıs, eylem ve mitingleri, kutlamaları, her ülke için o coğrafyadaki sınıf mücadelesinin andaki bileşkesini vermesi bakımından çok önemli bir anlam taşır. 1 Mayıs günü sokağa yansıyan talepler ve kitlesellik düzeyi, katılımdaki profil ve de coşku, sınıf mücadelesinin andaki koordinatları, düzeyi ve en önemlisi de gidişatı hakkında zengin veriler içerir.

Bu bakımdan 2019 1 Mayıs’ı, işçi sınıfı ve emekçiler; kadın ve LGTBİ+’lar, ezilen ulus ve milliyetler açısından oldukça zengin gündemlerle yüklü geçmiştir.

Coğrafyamızda 1 Mayıs’ın, 31 Mart yerel seçimlerinde açığa çıkan atmosferi ileri taşıyan bir muhteva taşıdığını söylemek mümkün. 31 Mart’ta AKP iktidarının, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve nüfus açısından en büyük illerini kaybetmiş olması, en önemlisi de bu listenin içinde İstanbul’un olması herkesim açısından önemli bir gelişme olarak kaydedilmişti. Erdoğan/Saray’ın “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözlerinde karşılık bulan iddiasına rağmen AKP iktidarı kaybetmiş, tüm manipülasyon çabalarına, YSK üzerinden yapılan çeşitli oyunlara ve müdahalelere karşın bugüne değin AKP iktidarı istediğini alamamıştır.

Yankıları hala devam ve bir türlü sonuçlanmayan İstanbul seçimleri, hakim sınıf klikleri arasında büyük bir çatışma ve hesaplaşma konusu olmayı sürdürmektedir. Nihayetinde 1 Mayıs’a gidilirken AKP, hala İstanbul’u alamamış ve de YSK seçimlerle ilgili nihai kararını henüz vermemişti. 1 Mayıs, 31 Mart’ta AKP iktidarının Batı’da burjuva muhalefet, T. Kürdistanı’nda ise HDP eliyle geriletildiği, kitlelerin özgüvenini tazelediği ve gücünün bir kez daha farkına vardığı, AKP iktidarının sarılabileceği ve yıkılabileceğine dair umutların arttığı bir dönemi takip etmesi açısından önemliydi.

1 Mayıs, bu bakımdan 31 Mart’a eklenen yeni ve daha güçlü bir halka olmuştur.

1 Mayıs, coğrafyamızda, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin, krize, yoksulluk ve işsizliğe, hayat pahalılığına karşı tepkilerini dile getirdikleri ve mücadeleye dair inançlarını tazelediği bir güne ev sahipliği yapmıştır. Bu yıl 1 Mayıs meydanlarında önceki yıla kıyasla gelişen kitlesellik ve coşku bir yanıyla krizin yarattığı tahribatın derinliği ve ağırlığını diğer yandan da Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden ve kimliklerden ezilenlerin mücadele azmindeki gelişimi yansıtmıştır.

Genç ve kadın katılımındaki artış, Türk hakim sınıflarının AKP iktidarı eliyle yaşama geçirdiği politikalara yönelik duyulan hoşnutsuzluk ve öfkenin bir sağlaması olmuştur. AKP iktidarı, uygulayageldiği ve emperyalist efendilerine  uygulamak adına söz verdiği politikalarla halk gençliğinin geleceğine şimdiden ipotek koymakta, işsizlik ve yoksulluğu adeta bir alınyazısı haline getirmektedir.

Diğer yandan, AKP iktidarıyla birlikte kadına yönelik taciz, tecavüz ve cinsel istismar suçlarında yaşanan korkunç artış, kadınların büyük öfke ve tepkisini çekmektedir. AKP iktidarının kadın bedeni ve kimliğine yönelik saldırısına karşı etkili, aktif ve güçlü bir mücadele yürüten kadın hareketi, 1Mayıs’ta da kitleselliği ve coşkusu ile gelecek açısından önemli bir umut kaynağı olacağını ilan etmiştir.

Çocuklara yönelik istismar, iş cinayetleri, basın özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırı ve gasplar, 1 Mayıs’ın başlıca gündemleri arasında yer almıştır.  Kuşkusuz 2019 1 Mayıs’ına damgasını vuran temel gündem ise damat Albayrak’ın açıkladığı ekonomi politikaları ve hedef tahtasına koyduğu kıdem tazminatı olmuştur. 1 Mayıs’ı Kocaeli’nde kutlayan Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’a “kıdem tazminatı son kalemizdir” sözlerini söyleten, son yılların en kitlesel katılımına sahne olan 1 Mayıs meydanlarıdır. 2019 1 Mayıs’ı, sınıfın ve emekçi yığınların bugünkü temel gündeminin ne olduğunu da göstermiştir.

2019 1 Mayıs’ı Batı’da olduğu kadar T. Kürdistanı’nda da önceki yıla oranla daha kitlesel ve yaygın bir şekilde kutlanmıştır. Açık ki T. Kürdistanı’nda 1 Mayıs’a damgasını vuran, devam eden açlık grevleri olmuştur. Batı’da da pek çok merkezde 1 Mayıs kutlamalarında, süregelen ve ölüm orucuna dönüşen (30 Nisan) açlık grevleri direnişleri gündem olmuştur.

2019 1 Mayıs’ı coğrafyamızda, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilen edilen OHAL’le birlikte yaratılan zifiri karanlığın ağır ağır dağılmaya başladığını, yığınların mücadele azim ve kararlığının da adım adım yükseldiğini göstermiştir.

Erdoğan/Saray, Türk Büyük Burjuvazisinin Emrine Amade!

2019 1 Mayıs’ının bir kısmına değindiğimiz söz konusu mesajları, elbette ki hakim sınıflar tarafından da alınmıştır. AKP iktidarının İstanbul’da yerel seçimlerin yeniden gerçekleşmesi amacıyla ana akım medya ile eşgüdümlü bir şekilde işlettiği sürecin bunca uzaması da buna işaret etmektedir. AKP/Saray iktidarı, bir yandan ekonomik ve bunun giderek her gün biraz daha tetiklediği siyasi krizin sonuçlarıyla yüzleşirken diğer yandan seçimlerin yenilenmesine yönelik olası bir tasarrufun, bu öfke ve tepkinin harlanmasına neden olmasından sakınmaktadır. Anlaşılan o ki, AKP iktidarı için seçimlerin yenilenmesi hala güncel bir seçenek olarak görülmekte bunun için uygun koşulların oluşturulması beklenmektedir.

Sürecin zamana yayılmasının da nedeni budur. Diğer yandan CHP’de ifadesini bulan rakip kliğin de bu süre içinde boş durmadığı ve Belediye Meclis toplantılarının kitlelere açılması vb. hamlelerle yoğun bir çalışma yürüttüğü açıktır. Güç dengeleri, bu yanıyla hala CHP kliğinden yana görünse de AKP iktidarının özellikle de devlet erki içinde hala çok güçlü ve etkin olduğu da unutulmamalıdır. Ne var ki AKP iktidarı İstanbul’da seçimleri yenilese bile bu hamle, ağır bir yenilgi aldığı ve siyaseten artık “topal bir ördek” olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Tüm bu tartışmaların içinde görülmelidir ki, yaşanan kavga düzenin iki gücü arasında vezir koltuğuna kimin oturacağına ilişkindir. Bu kapışmada kazanan düzenin mevcut işleyişini kendi ideolojik-politik ve kültürel kodlarıyla sürdürmeye devam edecektir. Bu noktada 31 Mart yerel seçimlerinde Batıda AKP-MHP gerici ittifakının geriletilmesi etrafında yürüyen tartışmaların enflasyon, zam ve vergi cenderesi içinde yaşama tutunmaya çalışan emekçi kitleleri, düzenin iki gücü arasında bir tercih yapmak durumu ile karşı karşıya bıraktığı görülmelidir. Devrimci ve ilerici güçlerin özellikle de İmamoğlu etrafından süregelen saflaşmada üçüncü değil ikinci, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin gerçek öznesi olarak taraf olduğunun yüksek sesle duyurulmasına ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, sistemin içinde debelendiği kriz koşullarında, İstanbul 1 Mayıs’ında,  Ekrem İmamoğlu’nun sahneye çıkarılması bu tehlikenin emarelerini taşımaktadır. Devrimci, demokratik güçlerin, yığınların düzenin kriziyle birlikte açığa çıkan öfke ve sinerjisinin CHP eliyle yeniden sisteme akıtılmasına karşı güçlü bir set örmesi ve bağımsız alternatif politikalar üreterek etkili bir çalışma yürütmesi gereklidir.

1 Mayıs günü nispet yaparcasına TÜSİAD heyetini Saray’da kabul eden R.T. Erdoğan’ın, Türk Büyük Burjuvazisi’nin tüm taleplerini yerine getireceğine yönelik taahhüdüne CHP’den herhangi bir tepki gelmemiştir. Dahası CHP, söylem ve yaklaşımlarıyla sorunun özünü görmekten öte sermayeye, “sizin politikalarınızı biz daha güçlü bir şekilde yaşama geçiririz” teminatı vermektedir. Açık olan şu ki, aynı anda hem sermayenin tüm isteklerini yerine getirmek hem de gelişen ve büyüyen kitle tepkisi ve öfkesini yönetmek bugünkü koşullarda olanaklı değildir.

Bu amaç doğrultusunda, R.T. Erdoğan tarafından sarf edilen “Türkiye İttifakı” söyleminin ise sınıf mücadelesinin mevcut tansiyonunu düşürme şansı yoktur. Nitekim daha bu söylemin üzerinden birkaç gün geçmeden CHP lideri Kılıçdaroğlu saldırıya uğramıştır. Akabinde gecikmeden MHP’nin Hitler bozuntusu başkanı, R.T. Erdoğan’a rest çekmiştir.

Şimdilik, R.T. Erdoğan/Saray iktidarı, MHP ile kol kola, krizin sarstığı ve büyük bir yoksulluk girdabına çektiği emekçi kitlelerinin, Kürtlerin, Alevilerin kadın ve LGBTİ+’lerin gelişen mücadelesini baskı, şiddet, gözaltı ve tutuklama ile bastırarak krizi yönetme eğilimindedir. Ancak süreç “Cumhur İttifakı” adına yeni gelişmelere de gebedir. Ne var ki 31 Mart “Cumhur İttifakı” ile ya da tek başına, AKP iktidarı eliyle dolaşıma sokulacak bu politikaların artık sınıra dayandığını, kitlelerin korku sınırını aşmaya başladığını göstermiştir.

Süregelen, etkileri, ağırlığı ve derinliği her gün artan krizin, ne kadar büyük bir yıkım yarattığı ve bu yıkımın da siyasi alanda nasıl bir karşılık bulduğunun en iyi göstergesi 31 Mart yerel seçimleri olmuştur. Kitleler, tüm örgütsüzlüklerine ve sokakla arasındaki mesafeye rağmen 31 Mart’ta krizin sorumlusu olarak gördükleri AKP iktidarından hesap sormuştur.

Bu sürecin bu doğrultuda daha da derinleşeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Açlık Grevleri Daha Güçlü Sahiplenilmeli

Türkiye Kürdistanı’nda açığa çıkan sonuçlarda bunun emareleriyle doludur. Kürt halkı, 31 Mart’ta siyasi iradesine sahip çıkmış ve AKP’nin kayyumlarını def etmiştir. YSK eliyle gerçekleşen ikinci kayyum darbesi olan KHK’lı belediye başkanlarına mazbata verilmeyeceği kararı ise AKP iktidarının yenilginin intikamını alma çabasıdır. Diğer yanıyla da sistemin geleneksel olarak yaşama geçirdiği imha, inkar ve asimilasyon politikasının bir devamıdır. Bunun hapishanelerdeki karşılığı ise tecrit olmaktadır. PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, dışarıda belediyelere YSK kayyumu atanmasıyla eşgüdümlü bir şekilde ilerlemektedir.

HDP Hakkari milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in 180’li günlere ( 4 Mayıs itibariyle 178’nci gün) ulaşan açlık grevi ve 15 yurtsever tutsağın eylemi ölüm orucuna dönüştürmesiyle süreç yeni bir aşamaya evrilmiştir. Dışarıda analara vahşice saldırmaktan geri durmayan, tüm söz, eylem ve ifade özgürlüklerini söz konusu tecrit ve Kürt analarının hapishane önündeki eylemleri olduğunda askıya alan AKP iktidarı, MHP’ye de Kürt düşmanlığı üzerinden mesaj vermektedir.

TKP-ML dava tutsağı Hiyem Yolcu’nun 20 Mart’ta, Haydar Sönmez’in de 1 Nisan’dan bu yana sürdürdüğü süresiz-dönüşümsüz açlık grevi, gelinen aşamada Kürt halkına yönelik yok sayma ve inkar politikasına karşı bir duruşun da adı olmuştur. Açlık grevi son dönemlerde daha fazla gündem olsa da hala yeterli bir duyarlılığın ve  sahiplenmenin geliştirildiğinden söz etmek mümkün değildir. Devrimci-demokratik güçlerin, açlık grevlerinin amacı ve bugün içinde bulunduğumuz kriz ve yoksulluk süreciyle ilişkisini kurarak yaygın bir ajitasyon-propaganda ve eylem sürecini örgütlemesine acil ihtiyaç vardır.

Umudumuz Güçlü, Zafere İnancımız Tam

Sınıf mücadelesinde çelişkilerin derinleştiği ve kitlelerin yüzünü aydınlık geleceğe yavaşta olsa dönmeye başladığı bir süreçte, proletaryanın örgütlü müfrezesinin 1. oturumunu gerçekleştirmiş olması, bu mücadeleye eklenen çok önemli, nitelikli bir halka olmuştur.

Faşist diktatörlüğün ağır baskı koşulları altında, OHAL zulmü ve karanlığına; devrimci- komünist ve yurtsever güçlere yönelik diz çöktürme ve teslim alma konseptine; ideolojik düzlemde burjuvazinin tüm saldırı ve kuşatmalarına, tasfiye çabalarına inat ortaya konulan irade, geleceği kazanma cüreti ve ısrarının da bir izdüşümü olmuştur. İşte tam da böyle bir gerçeklik içerisinde proletaryanın örgütlü ve öncüsü olma iddiasındaki müfrezesinin 1. oturumunu gerçekleştirmesi, direnişin sürdüğüne, mücadelenin soluksuz devam ettiğine, umudun ve kazanma iradesinin varlığına dair bir işaret fişeği olmuştur. 1.oturum, hakim sınıfların karanlığına, ezilen emekçi kitleler, Türk-Kürt uluslarından halkımız adına yakılan bir meşale olmuştur. Açık ki bugün büyük şehirlerde esasta işçi sınıfı içinde örgütlenme, Kürt halkıyla daha fazla bütünleşme, toplumun kadın, halk gençliği, işsiz yığınlar vb. tüm dinamikleriyle buluşmaya yoğunlaşmamız gereklidir. Yakına ama ileriye, eksiklerimizin görevlerimiz olduğunu unutmadan, kolektif bilinci geliştirerek, faaliyet alanlarımızın aynı doğrultuda yüklenmesine ihtiyaç vardır.

Rojava’da IŞİD çetelerine karşı savaşırken 15 Ağustos 2017’de ölümsüzleşen Nubar Ozanyan’ın (Martager) çizdiği devrimcilik profili ve tarzı çıkış noktamız olmalıdır. Hiçbir görevden kaçmayan, kendini ezilenlerin mücadelesine adayan, yaşamda mütevazi, kavgada cüretli bir duruş ve kimlik tamda sürecin ana kodları olmalıdır. Bu duruşu yakalamak ve inşa etmek, pratiğin kızgın ateşi içinde sınıf mücadelesinin engin denizinde mümkündür.

Tarih tanıktır ki, hiçbir kazanım ve zafer sağlam, güçlü bir örgüt ve onun etrafında kenetlenmiş bir halk gerçekliği olmadan elde edilememiştir. Öyleyse Kaypakkaya yoldaşın katledilişinin 46. yılında, kazanımlarımızı koruyarak, ileri taşımak, ezilenlere reva görülen açlık ve sefaletin hesabını sormak için şimdi bir adım ileri çıkma zamanıdır.

Yakına ama ileriye atılacak her adım ancak ve ancak örgütlü duruşun, kolektif bir şekilde geliştirilmesi ile başarılacaktır. İleri doğru her adım, merkezden çevreye doğru her halkada ve katmanda herkesin katkısı ve çabasıyla elde edilecektir. Aksi bir avuç kahramanın çabası ve mücadelesi olacaktır ki bunun kazanma ve yol alma şansı yoktur.

Öyleyse devrimi kazanmak için örgütlülüğümüzü güçlendirmenin ve örgütlü gücümüze güvenerek öne çıkmanın zamanıdır! Umudun büyüdüğüne ve kazanma iradesinin varlığına dair 24 Nisan’da yükselen işaret fişeğinin ve 1 Mayıs’ta sınıfın ve emekçilerin mücadele ısrarı ve kararlığının anlattığı bu olmalıdır!